Üç Dilin Biri

Bu yazıyı hangi dilde yazdığımdan pek de emin değilim şu an. Umarım Türkçedir çünkü okuyucu kitlem baya baya Türkçe bilen insanlar, diğer blog postlarım da Türkçeydi diye hatırlıyorum.

Ben uzun süredir yurtdışında yaşıyorum, baya oldu, sayamadım ne kadar olduğunu o kadar diyim ben size. Almanya’ya gelmeden önce hem lisede eser miktarda Almanca öğrenmiştim hem de okuduğum üniversitede eğitim dili, inanmazsınız ama, Almancaydı. Belli ki bunca eğitim ve öğrenimden sonra bile almanca benimle barışmadı, Allah’ın belası nankör bir dil bu. Gel gelelim nedense sonradan ben yüksek lisans yapmaya karar verdim, onu da tam olarak neden yaptığımı bilmiyorum, ama dedim ki eğitim dili ingilizce olsun beni uğraştırmasınlar. Almanya’da güzel, harika, çok da ne biçim bir üniversiteden kabul aldım, eğitim dili de ingilizceydi, tam aradığım şey.
(Ben şimdi tabi yazıyı ne kadar eğitimli , ne kadar zeki , ne kadar da çok doğru (?!) kararlar verdiğimi kanıtlamak, şu eziklerin bir adım önündeyim ne kadar harika bir insanım lan vurgusunu yapmak için yazmıyorum ama siz yine de öyle anlayabilirsiniz, buhardan nem kapmak serbest)

Alman topraklarına okumak için adım atığımda geldiğimde iki buçuktan üç dil biliyordum. Okulu başarıyla İngilizce olarak okudum ve bitirdim. Sonra iş hayatına atıldım, beni genelde Türkçe bildiğim için tercih etti şirketler, yaptığım işler de akıcı şekilde Türkçe, İngilizce ve Almanca bilmeyi gerektiriyordu. Anadili İngilizce ya da Almanca olan ve başka bir dil konuşamayan iş arkadaşlarım var, farklı durumlarda günde üç farklı dilde yapılan toplantılara giriyorum falan (ne gadan da havalı). Hayat bu şekilde havalı havalı akıp gidiyordu. Bir gün nasıl bir aydınlanma yaşadım bilmiyorum ama fark ettim ki, ben aslında bir dil biliyormuşum ya sayın okurlarım!

Onca sene yurtdışında yaşadıktan sonra Türkçede aksamalar, İngilizceyi Almanca hayata daha da dahil olduktan sonra unutmaya başlamalar, ve nedense bir de Almancamda da ileri seviyede bir gerileme… Oysa ki burada yaşıyorum, hayata burda katılıyorum , ilerlemesi gerek değil mi, ama yok, melet geriledi. Bu konuya kafa yordum ve anladım ki benim beynimin kapasitesi bir dillikmiş, kapasite zorlanınca beyin Almancanın, İngilizcenin hatta anadilim olan Türkçenin hatrı sayılır kısımlarını silmiş. Şu an malesef benim gibi üç dili de biraz bilen insanlarla konuşarak anlaşabiliyorum. Oysa bir lisan, bir insan demekti, benim beynimin iletişim kurmam için bana uygun bulduğu bu sentez dili de konuşan çok az insan var, bu yüzden sosyal hayatımda da bir gerileme gözlemlendi, zaten genel olarak zamanımı “ya bunun Türkçesi ne ki, bu İngilizce böyle mi, Almancaya öyle mi çevriliyor” gibi google translate‘de geçiyorum.

Karşılıklı konuşmalarda da aklıma geleni söyleyebilmem zor, zira o kelimenin benim beyinde tek karşılığı var, hangi dilse o artık onu söylüyorum, karşımdakinin bu üç dilden hangisini bildiğini çok önemsemeden de yardırıyorum. İşten çıktıktan sonra özellikle aklım çok karışmış oluyor. Bu problemi yaşayan tek insan ben miyim diye baktım, hayır, sevgilimde de aynı problemin olduğunu fark ettim. İkimizi birbirimizle konuşurken duysanız, nefret edersiniz, Allah bunların belasını vermiş sanırım dersiniz, öylesine saçma sapan bir konuşma tarzı.

Ama şimdi bazı kelimeler de var ki çevirmek zor, hali hazırda „challenge“ kelimesinin Türkçede tam karşılığı yok mesela, ki benim sıkça kullandığım kelimelerden biri, bunun yanı sıra „overrated“ kelimesini uygun bulduğum her şeye yapıştırıyorum, kelime başlı başına benim hayata bakışımın özeti gibi çünkü. Alman dilinde en sevdiğim kelime ise „doch“, aslında Türkçede halis mulis karşılığı var, bilakis. Ama ben rahmetli dedemden başka ikili konuşmalarda bilakis kelimesini cümle içinde kullanan biri ile tanışmadım. (Dedemin kullandığı ve aklımda kalan kelimelerden bazıları da haddi zattında, aslında demek, ve beynelminel. Beynin limitli dağarcığını da artık kimse tarafından kullanılmayan iki tane de Osmanlıca kelime ile yemişim, ov şayze). Biz modern Türkçe’de bilakis demeyiz ama „yoo“ deriz. „Kızım odanı toplamamışsın , yoo topladım“, „bilakis sayın validecim odamı toplamakla kalmadım, yarın yapılacak olan cebir imtihanına da çalıştım“ (ov şayze more, daha çok Osmanlıca kelime, neyse ki o da limitli). Türkçede de en sevdiğim ve sıklıkla kullandığım kelime „yok“, çünkü bu kelimenin de başka dillerde tam olarak bir karşılığı yok. (Sevgili notu: Bayern’de söyledikleri hayır anlamına gelen „Ne“ buna karşılık geliyo sanki, o da „Net“, ve ondan da önce „Nicht“ den değişe değişe olmuş gibi). (Sevgiliye sevgili notu: Paşamın aklı bir de Bavyeraca ile karışmış yazık)

To sum up, ben üç dil bilen tazecik ve gelecek vaadeden tatlı bir insandım. Demem o ki, benimle konuşuyorsanız, bilin ki ben üç dilden biraz biraz toplamda bir dil bilen bir bireye geriledim. Ay bu kızın Türkçesi de çok bozulmuş, ay halbuki yani Türkçe de konuşuyor her gün falan demeyin, hava olsun diye yapmıyorum, beynin kapasitesi yetmiyor. Benim beyin bedava değil limitli, limit de doldu sanırım, kısmet başka beyinlere.

0 comments